03.02.2018/17:18
- İstanbul
Zamanın sandığım kadar acımasız olmadığını öğreniyorum bu
yaşımda. Bir devri kapatıp, yenisine ‘Merhaba’ diyorum. Çekildiğim kabuğun
çatırdamalarını duyabiliyorum. Kış uykusundan uyanmak mı dersin? Yoksa ölmek
mi? Ya da iliklerine kadar yaşamak mı bu kabuğu çatlatmaya başlatan?
Yükseklerden atladığım, karış karış gezdiğim için değil bu yaşamak. Odamda
tavanla bakışırken bile gözlerimin varlığına, görebildiklerimin sınırsızlığına,
nefes aldığım her saniyenin bu kadar sonsuz olduğuna hayran kalmak ve tebessüm
edebilmek oluveriyor artık yaşamak.
Multidimensional Awakening by Charles Sabourin |
Sevgili okuyucu,
Bu kadar “yaşamak”tan bahsetmişken ölmeyi istemiyor muyum
sanıyorsun? Ölmeyi kim istemez? Evrendeki tüm Işıkları söndürüp, kendi
bedeninin varlığına dahi karşı çıkmayı kim istemez? Ben isterim. Varoluşuma
meydan okuyup kendi canımı almayı isterim; lakin küçük bir sorunum var. İstesem
de yapamam. Neden mi dersin? Korkarım. Kendi canımı yakmaktan korkarım.
Yıllarca neden ayaklarımın yere değmediği yerlerde
yüzemediğime, kaymayı denerken ayaklarımı düşünmeme, lunaparkta koruma kafesini
beğenmeyince binmekten vazgeçtiğime, hatta sensörlü kapılardan geçerken yaşadığım
tedirginliğe aklım ermedi. Sonra bir dizide “paintball” oynayanları gördüm;
arkadaşlarımın bana her defasında oynamayı teklif ettiği, benim de her
defasında kibarca reddettiğim bu oyundan neden kaçtığımı düşündüm. Kaçtığım her
şeyi bir bir düşündüm. Kapıların üstüme kapanınca yaratacağı acı, kayarken düşüp
ayaklarımı kırma ihtimali, boğulma korkusu ve daha niceleri...
Bu ihtimaller hep ve her canlı için varken, yunuslar gibi
yüzmekten çekinmezken sen, ben neden korktuğumu düşünüyorum. Tahmin edersin ki
tek bir ihtimal var: Ölmekten korkuyorum. Yaşayan her canlı gibi ölmekten
korkuyorum. Merakımdan ölsem de ölmekten korkuyorum. İşte bu sebepten dolu dolu
yaşıyorum.
İtiraf ediyorum sayın okuyucu. Yaşamayı hep senden daha çok
istedim, istiyorum ve yaşıyorum; çünkü ölmekten korkuyorum. Yaşadıkça zaman
genişleyiveriyor. Yaşadıkça zaman eksilmiyor da artıveriyor sanki. Kabıma
sığamıyorum. Gökyüzüne de, tavana da doyamıyorum. Eskiden yatağımda tavana
bakarken geçirdiğim her saniyenin boşa gittiğini sanırken, şimdi odama koşup tavana
gözlerimi dikmek için heyecandan ölüyorum. Bedenimin sakinleşip düşüncelerime
yer açmasını bekliyorum, sonra her şey bir bir yok oluveriyor. Yatağım, bedenim,
avize, tavan... Yıldızlar geliyor bir bir, yıldızların orta yerinde kocaman bir
perde. Hayallerimi yansıtıp izliyorum ya da aksine gerçek dünyaya kavuşuyorum.
İşte o an bedenimle birlikte korkularım da kayboluyor. Yıldızların arasında
geziniveren bir süper kahramana dönüşüveriyorum. Tahmin edersin ki o an ölümden
korkmuyorum.
Artık hiç korkmuyorum. Yirmi dört saat tavana baktığım için mi
dersin? Bilemedin. Tavana her defasında birkaç saniye baktım sayın okuyucu;
lakin bedenime geri dönmemeyi, tavanları yok etmeyi öğrendim. Artık sadece benim evrenim var. Senin akıl sır erdiremeyeceğin
bir evren. İşe giderken her bir buluta selam verdiğim, göç eden kuşlara yolunu
sorduğum, güneşe sokulunca yanmadığım aksine sonsuz bir aydınlığa kavuştuğum
bir evren. Korkmadan yaşadığım bir evren...
Ölmemek üzere...
No comments:
Post a Comment