17.11.2018/01:39 - Adana
“Zaman”
diye bir isim uydurduğumuz, sonra da parçalara bölüp hayatımızı sığdırmaya
çalıştığımız şeyin birdenbire her şeyi nasıl değiştirebileceğini bazen
unutuyorum. Bu kez birdenbire olmadı sevgili okuyucu; yavaş yavaş ve sinsice
zihnimin ayarlarıyla oynaması “bir ay” sürdü. Bazen “bir saniye”de, bazen bir
kelimede oluverir her şey; bu kez kelimeler, insanlar, olaylar, kavramlar… Ayrı
ayrı gelmek yerine güçlerini birleştirip, her bir savunma sistemimi sırayla
yerle bir edip doluştular buraya. Bir aydır yazmayı ertelediğim, “yeni” olan
her şeyin verdiği mutluluğu müzikle kutsayacak olan bir yazı, aslında bazı
“yeni” şeylerin nasıl da belirsizliğe ve adı olmayan duygulara götürdüğünü anlatırken
buluverdi kendini.
The Persistence of Memory by Salvador Dali |
Sevgili
okuyucu,
Evden
dışarı çıkıp da başka bir mekana doluşuyor bedenlerimiz, mekanın her şeyi içine alıveren ruhu dansa
davet ediyor bizi. İlk var, yeni var
işin içinde. “Mutluluk ve heyecan” diyorum başta, sonra yerini bilemediğim bir
duygu alıyor. Yeni parçaların neşesi yetiyor başta, sonra yine o parçaya
geliyor sıra: “Hayatının geri kalanıyla ne yapıyorsun?”. Hayatıma giren onlarca
yeni şeyi düşünüyorum, bir anda mutluluk kaplıyor içimi. Etrafıma bakıyorum;
her birimizin hayatının son bir yılda, bir ayda, birkaç günde nasıl
değiştiğinin filmi var perdede ve her birimizin hikayesi aynı karede…
Hikayeler
birbirine karışıyor, herkes birbirinin hikayesinde var olmaya başladıkça ağlar
örülüyor, her şeyin orta yerinde örümcek ağına takılmış gibi öylece
kalakalıyorum. Sesler, korkular, aşklar,
sevinçler, ölümler ve yaşamlar üstüme üstüme geliyor. Boğulacak gibiyken zaman
donuveriyor birden bire, ama müzik karşı koyuyor. Tüm enstrümanlar durmaksızın
devam ediyor. Hareketsiz kalan her bir bedenden duygular yükseliyor, hepsi birbirinin
içinden geçip bir anda havaya yayılıyor. Hepsi birbirinin aynı, hepsi
birbirinden farklı. Tek bir anakaradan onlarcasına bölünüp kendi okyanusuna,
kendi iklimine savrulan toprak parçaları gibiler. Bense sıcak sulardan soğuk
sulara gidip gelen bir akıntı, dört bir
tarafını dolanıyorum her bir toprak parçasının.
Zamandan
kopunca bir yolculuğa çıkıyorum. Her toprak parçasında gördüğüm ilk yerliyle
konuşmaya çalışıyorum, lakin her defasında kelimeler anlamsız birer sesten
ibaret oluyor. Anlatamıyorum derdimi. Susuveriyorum, zamanın durmasına
aldırmayan enstrümanlara bırakıyorum işi. Tereyağından kıl çekercesine
anlatıyorlar derdimi. Yerlinin gözlerine bakıyorum; aynı korku, bazen aynı
sevinç, bazen aynı kaygı, bazense koca bir boşluk. Aynı hikayeden ibaret
oluşumuzu nasıl da güzel anlatıyor bu çalgılar! Başka dili konuşan, aynı
dünyaya bakıp başka şeyler gören, aynı topraktan kopup geliveren milyonlarca
hikaye, benim heybemde herkesin olan tek bir hikaye. Müziğe dönüşüp bir olan
milyonlarca hikaye…
Bir
anda her şey hareket etmeye başlıyor yeniden, parça hala devam ediyor. Aynı
sesi duyuyoruz hepimiz, aynı hikayeyi yazıyoruz. Birimiz başında, birimiz almış
başını gitmiş, birimiz çoktan “SON” demiş. Aynı soruyu sorup duruyor sesler: Hayatının
geri kalanıyla ne yapıyorsun?
Peşinden
koştuğumuz zamanın, geçmiş oluveren her saniyenin hesabını veremeyeceğimizi
anlıyoruz. Zaman herkesten önde giderken hayatın geri kalanıyla ne yapılacağını
bilmiyoruz; şu an aynı karede, aynı zaman diliminde, aynı sesleri duyup, aynı
hikayeyi yazıyoruz. Geride bırakacağımız hayatların tadına varıyoruz.
Ölmemek
üzere…
No comments:
Post a Comment