29.09.2015 /13:36 - İstanbul
Bir
çocuğun gözlerine kapılıp kendinizi bir uçurumun kenarında bulabilirsiniz,
cennetin kapısını da açabilirsiniz. Aynı anda ikisi de olabilir. Durup sessizce
izlersiniz. Uçurumun kenarına iten bakışları önce yaşadığınıza pişman eder.
Sonra ufacık bir dokunuş, o gözlere yerleşen tebessüm... Gözünüzden yaş gelir.
Hem mutluluktan hem de içinize gömülüp kalan adı olmayan duygunun ağırlığıyla
ağlarsınız. Çocuğun yüzünü günlerce unutamazsınız. Unutacaksınız. Unutursanız
insanlığın sonu geleceğini düşünürsünüz, yine de unutursunuz. Unutmak
istemiyorum. Unutursam ekosistemin bir parçası olmaya devam edebilirim, unutmazsam
yaşamaya utanırım. Utanmalı. Ta ki gözümü açtığım andan beri bağımlısı olduğum
yaşamaktan vazgeçebilecek kadar cesur olana dek.
A photo from Chidren At Risk Foundation - Brazil |
Sevgili okuyucu,
Yaşamak için ne kadar çok sebebim varsa, yaşamamak için de bir o
kadarı var. Yıllar sonra tarih
kitaplarında yazacak olanlardan çok daha fazlasına şahitlik etmiş bir çocuğun
gözlerine yakalandığımda yaşamak kangrenli bir uzvu taşımak gibi gereksiz, ağır
fakat yine de vazgeçilmez oluyor. Yıllardır kullandığım el nankörleşip,
bedenimin bir parçası olmaya devam ederken beni nasıl sinsice öldürüyorsa; o
bakışlara yakalandığımda aldığım her nefes pişmanlık oluyor, taşıyamadığım bir
pişmanlık duygusu.
Sonra bir hamal oluveriyorum. Yaşamanın yükünü kaldıramayıp, kendi
omuzlarım altında eziliyorum. Altı delik bir sepet ‘yaşam’ diye taşıdığım,
attığım her adımda yılın her gününe yaydığım hatıralardan biri sepetin altından
kayıp gidiveriyor. Hafiflemiyor. Yeni anılar katmamaya karar veriyorum.
Yollarca yürüyorum. Bir çocuğun gözleri kodesim oluveriyor. Yürüyorum. Tüm
yollar birbirine mi benziyor? Belki de dönüp dolaşıp aynı yollardan geçiyorum.
Hiç ileri gidemiyor muyum? Gidememişim.
Müebbet hapse mahkum olduğumu o an fark ediyorum. Bildiğim hapishaneler gibi duvarları yok bu gözlerin. Duvarlar var, fakat karşılıklı
kenarlar öyle uzak ki aralarındaki mesafeyi adımlarımla hesaplayamıyorum. Hem özgür olduğumu sanacak kadar uzak, hem de unutmamı engelleyecek kadar yakınlar. Unutmuyorum. Utanıyorum.
Omuzlarımdaki ağırlık azalmadı. Hatta yeni anılar eklemekten
kaçınmakta da başarısız oluyorum. O gözlere düşen bir ben değilmişim. Her
arşında başka bir sesle tanışıyorum. O an artık 'anı' olup kendisini sepetin
içine atıveriyor. Dayanılmaz olmaya başlıyor ağrısı. Yaşıyorum, unutmak
istemiyorum, utanıyorum.
Sonra, sonra cennetteyim. Bunların hepsi birkaç dakika içinde oluyor.
Görüyorum, bana bakıyor. Omuzlarımın altında ezilip, ona bakmaktan utanıyorum.
Neden yaptığını bilmeden elini uzatıyor, dokunuyorum. Sadece gülüyor. aydınlığa boğuluyorum. Cennete
düşüyorum.
Gülümsemesine hapsediyor bu kez beni. Utanıyorum, ‘gülmek’ için
sebepler arayıp, bulsam bile tatmin olmadığım için utanıyorum. Oysa o gülüyor,
yaşamayı benden iyi biliyor. Ondan öğreniyorum ben de: Yaşıyorum. Unutmadan
yaşıyorum. Birbirimize gülümsüyoruz. Yüklerimiz yok, burunlarımız var. Her iç çekişimizle biraz daha yaşıyoruz.
Ölmemek üzere…
No comments:
Post a Comment