"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150526

On İkinci Mektup: Bahar Yolcuları

                                                                                                               İstanbul-26.05.2015 / 21:29

Sana kendimce sevmekten dem vurmuştum bazı bazı. İlkbaharı kendimce seviyorum mesela. Anı yaşadığımda, odamı dolduran bahar havasına tutulup peşinden gidiyorum. Her şeyi geride bırakacak kadar çok seviyorum. Ta ki en güzel çiçeklerle bezenmiş bir parka, bir koruya varana dek. Onun peşinden gidip oraya vardığım vakit, geçmiş kabaran bir dalga gibi üstüme üstüme geliyor. Kaçtıkça takip ediyor. Özlemlerimin kokusu yayılıyor hatıralarıma kilit vurduğum sandıktan. Hiçbir yere tutunmadan bir başına var olmayı, ataerkillikte boğulmuş bir insan yığını içinde bir başına kadın olarak var olmayı öğreten özlemlerime koşasım geliyor. Geldiği gibi de hatırlıyorum: Bahar geldiğinde onlar çoktan gitmişti...



Sevgili okuyucu,

Belki de çocukluğumun en keyifli anlarının o kaymak tadına bir daha varamayacağım içindir bütün derdim tasam. Boğazıma kadar neşeye gömülmüşken, yas tutmaya başlıyorum. Peki ne için? Burnumu sıyırıp geçen bu polenler neyi anımsatıyor? O banka doğru koşmak istememi nasıl açıklarsın sayın okuyucu?

Bunların hepsi bir çam ağacına gözümün takılıp kalmasıyla başlıyor. Böylesini hiç görmediğim bir çam ağacı. Dallanıp budaklanmış kökü yükselerek yeryüzüne varmış. Her biri bir dede, bir nine. Geçmişte yolculuk yaptıran da bu özlemlerim işte.

Tek bir kökten kendi yollarına sapan üç kadını ve iki adamı hatırlatmıştı bana. Beş kardeş. Kimisinin her gün, kimisinin yaz tatillerinde, bazen ise kardeşlerden birinin yasını tutarken dinledim hikayelerini. Kendi öz dedem sayılan annemin babasına ve babamın babasına yetişemeyecek kadar geç geldim dünyaya. Beş kardeş sayesinde üç ninem, iki dedem oldu tanıyabildiğim. Aynı evde doğan  beş farklı  evrenle tanıştım.

Yıllar öncesinin vazgeçilmezi olan bir akraba evliliği sayesinde bu kardeşlerden biri öz anneannem, diğeri öz babaannem olmuştu. Sonra hepsi dede, sonra hepsi nine. Dedelerden ilkiyle tanışmam ve onunla vedalaşmam çok kısa sürede oldu. Gözümü alacak kadar beyazdı saçları. Ona dair tek hatıram budur belki de. Lakin bugün hala gözümün önüne canlı kanlı gelecek kadar gerçektir, unutulmaz. Çocuksan, unutamazsın. Mevsimi bilmem ama. Sonbahar mıydı?

Bahar travmaları çok sonrasına rastlıyor benim için. Yolda elini tutunca sonsuz bir yolculuğa çıktığımı hissettiğim ilk arkadaşıma veda etmemle başladı. Sen ona babaanne de, ama o benim ilk yol arkadaşım. Mesela tavus kuşunun o açılmış kuyruğuna, onu korkutmadan gizlice birlikte bakmıştık. Koltuğun en sevilen köşesini kapmak için de yarıştık hem. Hatta kendi istediğimiz kanalı izleyebilmek için birbirimizle kavga ettik. Sonra ayrı düştük. Mevsimi iyi bilirim. İlkbahardı, üstelik nisan. Gizlice mi ağlamıştım? Çocuk muydum hala hatırlayacak kadar? Unutmaya çalıştım; onu değil, o bahar sabahını.

Üzerinden kaç yıl geçti saymıyoruz. Fark etmiyor hiç. Bu sefer sen ona anneanne de, ama değildi. Her şeydi bu sefer. Kışları annem, yazları sırdaşım. Yol arkadaşım da oldu. Sanırım en çok da yaşayan tarih oldu benim için. Sana yazmayı isterdim okuyucu. Onu sana sayfalarca anlatırım. “Okumaktan kör olacaksın.” diye beni uyutmaya çalıştığı günleri de, elli yıl önce yaşadığı ve elli yıl sonra hayran kaldığım anılarını da. Yürüyen merdivenle ilk tanışmasındaki şaşkınlığını da yazarım sana. Beni hatırlamadığı ilk seferde de kendimi bahçeye atıp bütün hatıralarımızı gözyaşlarıma kilitlediğimi de. Yetmez. Çocuk değildim artık, ama büyüyünce de unutmazmışsın, onu da o bahar akşamı öğrendim. Bu sefer marttı. Baharı bekledi ve gitti. İlk kez gizlemedim. Bağıra bağıra...

İlk yol arkadaşımın yasını tutarken kardeşleri yanımdaydı. Hatta üzülmeyi unuttum. Çocukluğumdan beri resim çizemediğimi düşünürken ansızın çıkagelen ve ölümü soğukkanlılıkla kabullenen, tanıdığım en ideal öğretmen bana resim çizmeyi sevdirmişti. En çok yolculuklarını severdim. Canı sıkılınca trene atlayıp çatkapı gelen zamansız bir kahraman gibiydi. Yolculuklarını anlatırdı, her yol bir hayattı. Küçük çocuklar gibi kardeşleriyle didişmesine ne demeli? Yeşilçam yerine avluda oturup onları izlerken yas tutmuştuk. Sonra ben büyüdüm, kalktım buralara geldim. Küçüktüm, lakin büyüklüğünü bir kenara koyup beni her daim aramaktan vazgeçmemişti. Olduğu yeri anlatırdı, canı sıkılınca kendini dışarı atışını... Ben de öyle kendimi dışarı atmıştım. Yine bahardı. Bu sefer mayıstı, bahar yerini yaza bırakmak üzereydi. Baharla birlikte gitti. Hiç anlatamayacağı bir saniyelik bir yolculuktu bu sefer ki. Bir göz kapamaydı. Üzerine büyüyemeyecek kadar taze.

Sonra. Sonra korkar oldum bahardan.Bekledim lakin. Odama kapanıp, bir kerecik daha görebilme kaygısıyla bekledim. Gördüm. Pamuk gibiydi. Bir önceki görüşümde söylediği türküyü hatırlayamadığım için kızdım kendime. Unutmak daha mı iyiydi? Bakamadım, gözlerinde yol arkadaşım, sesinde sırdaşım vardı. Limon mu kokardı, portakal mı? Çocukken bahçesinde çıktığımız keşiflerde tanıştığımız her ağaç yeni bir kıt’a keşfetmek gibiydi. Ben onun ablasıydım, ablasının adını taşırdım. O yüzden belki de torunu gibi değil, kardeşiymişim gibi bakardı gözlerimin içine. Hep yol arkadaşımı anlatırdı bana. Yine Mayıs ayındayız. O bahar sabahı. Unutulmayacak bahar sabahı. Büyüyecek kadar vaktim yok. Artık baharı unutamayacağım. Biliyorum.

Bu bahar veda ederken çınar ağacının ömrü tükendi, her dalın yeşile büründüğü bir bahardı. Hayatın dönüm noktası olan bir mevsim oldu ilkbahar. Daha fazla eskimeyecek anılar kaldı elimde. Beş farklı hayat,yeni yeşeren bir hayata su verdi. Büyüttü ve gitti. En çok da umutla suladı. Umutla yaşadıkları bu hayatta, ‘sabah ola, hayrola’ diye uykuya daldıkları her gün o yeni hayata, yaşamayı hatırlattı.


Ölmemek üzere...

No comments: