"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20160210

Yirmi Dördüncü Mektup: Yaşadın, duydun mu?






07.02.2016 – 17:47 / İstanbul

Yatağımda otururken neden yer aldığımı bilmediğim bir grup terapisine gidiveriyorum. Nefes alıyorum, veriyorum. Önümde açık olan ekranda bir hikâye durmaksızın akıyor. Bağırmam lazım. Bu nefesi verirken bir çığlık koparmalıyım. Bu hissin bir adı var mı? Şimdi hatırladım, zihnimi kurcalarken, bu soruya cevap ararken grup terapisine dokundum:  Duyguları sıralıyorduk. O kadar sıradandı ki, o kadar anlamsızdı ki. Verdiğim cevaplar kabul görmemişti; çünkü korkmak, kızmak, mutlu olmak gibi temel duygulardan bahsetmiyordum. Kapana kısılmak neydi mesela? Bu çığlığı atınca sıkışan kuyruğum kurtulacaktı, peki o anki kurtuluş nasıl hissettirecekti? Bize bunların cevabı lazımdı. İntihara meyledemiyordum bile. Bu soruları cevaplamadan hiçbir yere gitmek istemiyordum.



Sevgili okuyucu,

Yine odamdan sesleniyorum sana. Şu anda dünyanın başka bir yerinde yatağında oturmuş derin nefes alırken bile kısa çığlıklar atan bir insan daha var mıdır? O da bu çığlığı atarsa var olan her şeyden kurtulup başka bir sabaha uyanacağına emin mi? Ben emindim. Atamadım. O çığlığı atamadım.

Gecenin bir yarısı odamda kendi kendime konuştum. Kimseyi arayamazdım. Başka seslere dayanamazdım. Hem sesimi duyurmak isteyip hem de başkalarını duymak istemiyordum. Bilişim çağında olduğumu hatırlayıp telefona sarıldım. Bağıramadım; fakat bağırmak istediğimi defalarca söylediğim bir ses kaydını gönderdim.  Yetmedi, bağırmalıydım. O çığlığı atamadım.

Gecenin bir yarısı pencerem açık, yan odamda bir başka insanoğlu uyurken yapamazdım. Sizin yüzünüzden atamadım. Birileri bir şey oldu sanırdı, birileri uyanırdı, birileri küfrederdi, birileri korkardı, birileri sorular sorardı. Birileri birileri... O birileri olmasaydı ne de güzel bir şeyler olurdu hâlbuki. Olamadı.

Bundan hiçbirinizin haberi olmadı, bense atamadığım bir çığlığı gitgide genişleyen zaman birimleri boyunca yanımda taşıyacaktım. Dakikalarca, saatlerce, günlerce, aylarca... Artık kelimelere dökemediğim her hissi bu çığlık yığınına ekleyecektim. Çığ gibi büyüyüp, kontrolden çıkana dek ekleyecektim. O denli büyüdüğünde düşünmeme fırsat kalmayacaktı ve çığlığım özgürlüğüne kavuşacaktı.

Bazen nasıl intihar isyanımı dışa vurabilecek bir eylem gibi görünüyorduysa, o andan sonra da bu çığlığı atabilecek kadar cesur olmanın bir başka isyan olduğuna inanmaya başlamıştım. Çığlığımı özgür kılana kadar büyütmekti tek arzum, ta ki yaşamamın en büyük başkaldırı olduğunu anlayana dek.



-e rağmen yaşayabilmek kulakları rahatsız edecek en vahşi, en gürültülü çığlıktı. Her birinizin kulağına bağıra çağıra yaşamalıydım.

Ölmemek üzere...

No comments: