"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150324

İlk mektup


                                                                                                                      10:18 /24.03.2015- İstanbul

Kendimi, canımı alamayacak kadar çok sevdiğimi fark ettiğimde kalorifer peteğinin önünde uzanmış intihar senaryoları düşlüyordum. İntihar edemeyecek kadar güneşe bağımlı olduğumu da onu ilk gördüğümden beri biliyordum.

Her gün tiksinmeme rağmen bu hayattan vazgeçemezken, bunları da içimde tutmamam gerektiğini düşündüm. O yüzden her intiharı düşlediğimde bir intihar mektubu yazmaya karar verdim.  Şu anda ilk mektubumu yazıyorum. Yıllardır tüm ısrarlara rağmen karşı durduğum blog açma fikrine de ilk kez sıcak yaklaşıyorum. Ölemeyen bir maktulün ilk intihar mektubu şimdi can buluyor hepinizin karşısında:




Sevgili okuyucu,

Tam olarak şu anda içinde bulunduğum binadan, bu ekrana bağlı hayali işler yapmaktan, her gün sabah savaşa gider gibi hepimizi evlerimizden, sıcacık yataklarımızdan kaldırıp buraya getiren adını koyamadığım o kahrolası güçten iğrendiğimi ve ona karşı koymak için hala bir şey yapamadığımdan kendime ziyadesiyle öfkeli olduğumu itiraf etmek zorundayım.

8 saat boyunca masamdan en fazla mutfağa kadar uzaklaşabilirken, görünmeyen iplerle sandalyeme bağlı olmanın bedenime verdiği hasarı düşünüyorum öncelikle. Omuzlarım öne düşmüş, sol gözüm ekrana bakmaktan kıpkırmızı ve yaşlı, omurlarım sandalyenin biçimsizliğine uymak için şekil değiştirmiş. 1 yıl 3 aydır haftanın 5 günü bu durum tekrar ediyor ve 24’ünü tamamlayan bedenim 30’larını aşmış gibi bazen beni yarı yolda bırakıyor.

Asıl uykularımı kaçıransa 24 yıllık ömrümün 18 yılını okullarda harcayıp, filmin sonunda bir şirketin devamlılığını sağlıyor olmak. Sistemin çarkına kapılmak dedikleri bu olsa gerek.  En can sıkıcı olanı hala söylemedim. Bu şirketin devamlılığı insan sağlığından geçiyor. Ne hoş değil mi? Bilim adamı olmak için yola çıkıp, yeni tedaviler bulup insana hizmet etmeliyim derken bir anda onları insana satan tarafta buldum kendimi. Buna daha fazla dayanabileceğimi düşünemediğimden ölüme kavuşmayı diliyorum.

İnsana faydalı bir iş yapsam da böyle şikâyet eder miydim? Ederdim tabi ki; çünkü bir binaya kapatılıp hizmet etmek insanın doğasına aykırı.

Bunlar kendi hayatımda dayanamadığım tarafların küçücük bir özeti. Peki, hayatı tamamen dayanılmaz kılan, beni intihara sürükleyen bunlar mı? Etkisi yok denemez, ama devede kulak.

İlk intihar mektubumun sonuna gelirken bu kadar dayanılmaz olanın “insan” denen, aynı tür olmaktan utandığım mahlûk olduğunu belirtmek isterim.  "İnsan" tanımına aslında hiç uymayan bu mahlûklara tahammül edemiyorum, hatta bu dünya için fazla iyi olduğumu düşünüyorum. İnsanlardan kurtulabilmek için de ölmek en doğrusu gibi.

Gitmeden önce şunu da söylemek isterim: Çirkin perdelerin arkasından izlediğiniz güzelim dünyayı size bırakmak çok canımı yakıyor.

Ölmemek üzere…


No comments: