"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150326

İkinci Mektup

                                                                     10:21 /26.03.2015- İstanbul
İlk intihar mektubumu yazabilmenin huzuruna kavuştuğum o an, aslında kendimi ateşe attığımı hiç fark edemedim. “İntihar” kelimesini telaffuz edebilmiş olmam bile yeryüzündeki mahlûklardan neyse ki nasibini almamış, gerçek olamayacak kadar güzel olan canlıları çok kızdırmıştı. Başta neye uğradığımı şaşırmışken, bir anda sokaklarda anlamsızca koşma isteği yaratan bir mutluluk dalgası çarptı suratıma. Bu sayede, ‘Ölmeme Günü’ne duyduğum saygıyla birlikte, bugün de intihar etmemek üzere ikinci mektubuma hala kan akışının devam ettiği parmak uçlarımla can veriyorum:



Sevgili okuyucu,

Ölmek için olduğu kadar, ölmemek için de ne çok sebebimiz var değil mi? Ama hayali bir körlüğün salgın olduğu bu dünyada ikisini de göremediğimizden anlara göre şekilleniyor yaşamak arzumuz.  Bir anda evrenin geri kalanından sıyrılıp, tek bir noktaya takılıp garip düşlere daldığımızda nasıl da tebessüm ediyoruz nefes aldığımız için. Buna karşın, diğer mahlûklarla çevrili olduğumuz her an ‘Dünyayı durdurun inmek istiyorum!’ dercesine hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlıyoruz ve kalbimizin sekteye uğrayıp durmasını içten içe istiyoruz. Tam olarak şu anda istediğim gibi.

Güneş; binaların dışında olma mertebesine erişebilmiş olanların içini doldururken, bir kısmı insan türüne tabi iki yüz kadar canlıyla birlikte bir binaya tıkılmış olan bana sapsarı dişleriyle sırıtıyor. Ona bu kadar yakınken, nasıl olup da bu denli erişilmez olduğunun farkında değil. Dürüst olmam gerekirse; ona ulaşmak beş kat merdiven inip, birkaç adım yürümek kadar basitken neden hala burada oturduğumu ben de bilmiyorum.

‘Krizlerden beslendiğin için olmalı’ diyor tanımadığım öteki ben. Evet,  işler rayından her çıktığında burada olup o mahlûkların çırpınışını seyretmek hoşuma gidiyor. Gerilemeleri, kaybetmeleri beni içten içe mutlu ediyor. Her gün sabah yeniden uyanabilmekten başka gayesi olmayan o güzelim canlılar için hiçbir şey ifade etmeyen bu işleri nasıl da ciddiye alıyorlar? Yüzlerinde anlamsız bir gerginlik ve ciddiyetle bir masanın etrafında oturduklarında dünyayı kurtarmak için çabaladıklarını sanıyorsunuz. Oysaki tek dertleri onlara söylenenleri harfi harfine yapmak ve kendi beyinlerini sonsuza dek bozulmadan korunmak üzere müzeye bağışlamaktır.


Bunun bir parçası olacaksam da onları ilerlemekten alıkoyan taraf olmayı tercih ettim ben de.  Vicdanımla vedalaşmamak için en azından bu kadarını yapmam gerekirdi.

Ne büyük talihsizlik ki vicdanım kapının eşiğinde, son bir adım kalmış kopup gitmesine. Ayaklarına kapanamıyorum lanet olası bencilliğimden, gitmesin diye yalvarıyorum buğulu gözlerimle. Galiba hayali körlüğüm bir mahlûka dönüşmenin sınırındayken terk ediyor beni. Gözlerim ilk kez gerçekten görebiliyor sizin göremediklerinizi. Gördüklerim karşısında ölme isteği bir kez daha dolduruyor içimi. Yaşamak için sokaktaki taşla top oynayabilmek bile yeterken, o taşı alıp başkasının kafasını ezmeye çalışan mahlûklarla aynı dünyada olmasın istiyorum bu yaşamak.


Ölmemek üzere…