"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150722

On Altıncı Mektup: Davetsiz Misafir

                                                                                                                 22.07.2015 – 21:50 / İstanbul

Her ruh halimize eşlik eden bir kitap, bir şarkı, hatta tek bir ses vardır şarkılarıyla.  Kimisi bir kere eşlik eder, sonra unutulur. Hayran kaldığımız satırlar,  defalarca dinlediğimiz şarkılar yabancı olur. Üç yıl önce ruh halimize eşlik eden beş yıl sonraki halimiz değildir çünkü. Kimisi vardır. Kimisi öyle bir vardır ki bilirsiniz.  Zaman zaman bir davetsiz misafir gibi çat kapı geleceğini, en umutsuz anınızda size eşlik edecek bir dost olduğunu bilirsiniz. Bazen daha da dibe çeken, bazen de kapının altından karanlık odaya sızan bir ışık sızıntısı oluverirler. Dün gece eşlik etmeye başladılar bana o sesler ve satırlar. Güne onlarla başladım. Şu anda onlarlayım. Sadece o ses ve o satırlar. Onlar yanımdayken hepinizi bir kenara atıyorum;  sesinize, yüzünüze tahammülüm olmadığını hatırlayıp, bir kere daha size veda ediyorum.


Sevgili okuyucu,

Dün akşam bir kitapçının kapısında bekliyorlardı beni. O ana kadar nasıl da hissedememiştim geldiklerini? Ne zaman ki kitapçıya giriverdim, o sıra bana eşlik ettiklerini anlayıverdim. Bunun ilk işareti okumak için sıraladığım onca kitap varken, o an onların seçtiği kitabı alabilmek için saatler harcamamdı. Ne aradığını bilmeden sadece aramak: Umut. Şaşırma, tam olarak bu: Umut. Bilirim ki karşıma çıkacaktır o kitap. Hep böyle olmuştur. Ne aradığını bilmezsen, her şeyi tek tek incelersin bir işaret bulmak için. Bu yüzden de adını daha önce hiç duymadığın kitaplarla, yazarlarla tanışabilmek hep bu arayışların sonunda olur.

Buldum, yazar tanıdıktı, kitap yabancı. Bildim, o satırlardı. Aynı kalemden çıkan o satırlar. Saat kaç olmuştu? Bilemedim. Güneş batmamıştı. Koşar adımlarla çıktım. Otobüste okumaya kıyamayıp, hayalini kurdum.  Eve geldim, izledim. Kırmızı kapağını açıp açmamak için öyle direndim ki. Açtığımda günlerce onunla uyuyabilme ihtimalini görmezden gelemiyordum. Açmadım. Birkaç gün verdim kendime. O kitabı okumadan gitmeyeceklerdi.

Sonra o sesi duymaya başladım kafamın içinde. Biraz daha duymasam peşine düşecektim. Hiç bu kadar geç kalmamıştı. Kızmadım. Sustum ve dinledim. Kendi sesim değildi, ama benim cümlelerimdi. Kulağıma gelen her tınının dilimde bir karşılığı vardı. Bu dili de benden başkası bilemeyeceği için duyduklarımı hiç anlatamadım. Devam etti, gece dinledim. Sabah uyandım. Ona sarıldım. İşe gittim. Etrafımda kimse olmamasına rağmen kulaklığıma koştum. Ben duymalıydım sadece.  Dinledim, konuşmaya zorlanmadan dinledim. Akşam oldu, evin yolunu tutamadık. Tanımadığım sesleri duymak için izin istedim. Belki de tahammül edebilirdim, denemek istedim. Bilmem kaçıncı kez. Kulaklığımı çantama koydum ve etrafımdaki seslere kulak kesildim.

Durakta yanımda oturan bir ses bunu bekliyormuşçasına çekinerek yolunu sordu. Bu ses iyi gelebilirdi, yeniydi, zarif ve inceydi. Kısa bir akşam sohbeti ile yeniden tahammül edebilirdim. Ses, İstanbul’dan şikayet etti. Kaybolmuştu bu karmaşada. Çoktan kaybolmuştu. Hak verdim, dinledim, konuştum. Sigara yaktı. 

Sonra yanımıza başka bir ses geldi. Oturdu. Otobüs beklermiş gibi yaptı. Tüten sigaraya bakıp “Burada sigara içmenin yasak olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi. Çirkindi ses, o kabalık kulaklığımı çıkarttığıma pişman edecek cinstendi. Sigara içense tam tersi bir incelikle, bütün mahcubiyetiyle “Bilmiyorduk ablacığım, içmeyiz o zaman.” deyip söndürdü sigarasını oracıkta acımadan. Beklediği cevap bu değildi o kaba sesin. Bütün kabalığı utandı. O utanmadı, ses değişmedi, yüzüne bakmadan “Orada yazıyor, görmüyor musun?” dedi. O güne kadar ben de bilmiyordum, görmemiştim. O da görmemiş, görmediğini de söyledi aynı incelikle. Kaba ses gitti. Bir sigaranın ölümüne, kulağımı yeniden insani seslere kapatmama sebep olup gitti.

Sustuk, insani seslere tahammülsüzlüğümüz geri gelmişti. Kulaklığımı taktım. Mecburdum o davetsiz misafirlere.  Yaşamaya tahammül edebilmek başka türlü mümkün olmazdı. Sarıldım.

Sarılıyorum.

Ölmemek üzere…



No comments: