"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150408

Dördüncü Mektup - Tıkanmış Süzgeçler

                                                                                                                     08.04.2015/20:34 - İstanbul
" Eğer algı kapıları temizlenseydi her şey insana, olduğu gibi görünürdü: sonsuz." - William bLAKE

En yakın arkadaşını sorduğumda ‘Evleri bize uzak ama yakın sayılır.” diyerek, kelimelerin gerçek  anlamlarını hala yitirmediğini kanıtlayan 6,5 yıllık yeni bir canlıya şahit olmuşken ölemezdim. Evin bir köşesine saklanıp oyun oynarken, onun uçsuz bucaksız evreninde küçücük dünyama yer bulabilmek hayata dönmek için kâfiydi.  Yeni mektubuma hayat veren bu küçük kız çocuğudur.

The King by Roy Nachum
“Sevgili okuyucu,
 Kısa bir aranın ardından kendimi yeniden kapalı kapılar ardında, bir laf kalabalığının ortasında buldum.  Dört günde, bana bundan sonraki yaşlarımda güç kaynağı olabilecek bir mutluluk depolamıştım.  Hayat enerjimi tüketmeleri  iki saatlerini almadı. Kapıdan dışarı adım attığımda 12 saat önceki benden eser kalmamıştı.

Boşuna nefes aldığımı düşündüm yol boyunca. Servisten inip ağır adımlarla evime doğru yürürken, tek işimin sokaklarda yürümek olmasını diledim.  Apartmana girdiğimde bir çocuk gördüm. “Abla saklanıyorum, burada kalayım mı?” dedi. Gülümsedim. Kimden saklandığını sordum. Heyecanla arkadaşlarından kaçışını anlattı. Birkaç metrekarelik bir alanda kendi macera dolu dünyalarını yaşıyorlardı.

Onlar için ne kadar heyecan dolu değil mi yaşamak? Gidilecek onlarca sokak var. En büyük maceraları arka sokağa kaçıp saklanabilmek ve bulunmamak. Sınıflarında otuz farklı insan. Hepsi birbiriyle arkadaş. Yakın arkadaşları aynı sokakta oturanlar, uzak olanlar ise arka mahalledekiler.

Eve girince neden hep çocuk kalmak istediğimizi yeniden düşündüm.  Çoğu insana göre, o kaygısızlık paha biçilemezdir. Benim için paha biçilemez olan ise, dünyanın o çocuk gözlerden bakınca görülen ilk güzelliğidir.

24 yılda aşina olduğum her şeye ilk kez görüyormuşum gibi bakmayı , her defasında şaşırabilmeyi ne çok isterdim. Denizin sonu yok muydu? Neden her gün yemek yememiz gerekiyordu? Neden ay bizi takip ediyordu? Bütün sokaklar neden aynı renkti? Gökdelenleri insanlar mı yapmıştı? Sandalyenin ayağı mükemmel değil miydi?

Bu düşünme periyodu sonunda maalesef beynimin bunları yapamayacak kadar dolu olduğunu fark ettim. Çocukluğuma veda ettiğimden beri  her şeyi olduğu gibi algılamak yerine, kendi yaşamıma uydurmaya çalışıyordum.Yürüyen merdivenin sol şeridinden geçebilmek için müsaade istediğimde “Zaten merdiven yürüyor.” diye cevap veren kadına kızmak yerine onun yerinde olmak istedim sonra. Bu kadar basitti işte.  Yürüyen merdivenden koşarak çıkmak bizim gibi  3-5 dakikanın hesabını yapıp, hayatı kaçıranların uydurmasıydı. Halbuki onun üstünde durmak yeterliydi; çünkü o zaten “yürüyen” merdivendi.

Yıllardır tüm hayallerimi, saçma olan sorularımı bilinçaltıma süpürdüm. Düşüncelerimi bilinç süzgecinden geçirmeden, yüksek sesle dile getirmedim; istediğim gibi düşünmem yasaktı, her düşündüğümü söylemem de öyle. Hep başka anlamlar yüklemeli, hep hayatı kovalamalıydım, düşünmeden üstelik. Uydurma alışkanlıklar girdabına katılıp, yaşadığım dünyanın farkına varamadım. Yeniden 6 yaşında bir çocuğun gözleriyle dünyaya bakabilsem, hiç tereddüt etmeden bu maceraya atılır, yaşardım.


Ölmemek üzere...