"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20150427

Yedinci Mektup: Merhaba, Ben Ruh Hastası. Tanışmasak?

"Biliyor musun. Akıl hastası olmanın en kötü yanı, hayatta kalabilmek için ağır bir bedel ödenmesi."
"Hiç değilse kaçık olmak belli bir yerde olmak demek."
"Kesinlikle öyle, ama gene de bir topluluk içinde, başka insanlarla birlikte oluyor bu."
"Hayır! Hayır!"
"Korkunç bir bedel ödeyerek, ait oluyorsun."

Joanne Greenberg - Sana Gül Bahçesi Vadetmedim (1964)
                                                                                    
                                                                                            27.04.2015 / 16:48 - İstanbul
Uzun zamandır kaplumbağa hızıyla kitap okuyorken, bir anda tavşan postumu giyip koşmaya başladım. Her kulvarda kendime daha da yakınlaştığım bir kitapla tanıştım. Bu kitapların ortak yanı ise başkahramanlarıydı; toplum denen kuruma bedel ödemeye direnen, arayış içindeki bireylerin hikâyesiydi her biri. Aynı geçmişi ve hatta geleceği paylaşıyorduk. Manzaraya esir olduğumuz yüksek tepeler, bizim için hem ölüm hem de yaşam demekti. Alabildiğince önümüze serilmiş olan dünya yaşam ateşimizi körüklüyordu; fakat neden bu büyüklüğün bir parçası olduğumuzu düşününce, kendimizi o tepeden aşağı bırakmak istiyorduk. Böylece her şey saniyeler içinde sonlanabilirdi. Bırakamadık, bu devasa yaşam küresinin esiri olduk.


Sevgili okuyucu,

‘Deli’ce düşüncelerden uzak durmamız için çocukluğumuzdan itibaren bilinçaltımızı baskılayan ve sadece topluma uygun düşüncelere yer veren bir yaşam biçimine mahkûm edildik. Kendimizi bulma çabalarının had safhaya ulaştığı zamanlarımız ise ‘deli’ çağlarımız oldu.  Kurumsallaşmanın en çekirdek hali olan ailemizden başlayarak herkes öyle emindi ki onlar gibi olacağımıza, hatta onların erişemediklerine biz çocuklarının erişeceğine… Akıllarının sınırlarını aşıp da, bizim özgürce uçabileceğimiz düşüncesine erişemediler. Bizi o sınırların yettiği kadar gördüler ve arka bahçemizde olup bitenler onlar için sadece birer deli saçmasıydı. Zihnimin güneşli dünyasına bakmaya hiç dayanamadılar, ben de onlara dayanamadım.

Çocuk yaşta yaşadığım şehri değiştirmek her ne kadar travmatik etkiler yaratsa da, ilerleyen yaşımla anladım ki dünyayla savaşmaya başlamam bu olaya dayanıyordu. İlk başta alışmaya çalıştım, onlardan biri olabileceğimi düşünmüştüm. Olamadım. İlk tiyatro deneyimim de bunu anlamamla başladı. Onlardanmış gibi davranmayı başarmıştım.

İlk üç yıl böyle geçti. Sonra deli çağlarım başladı, ben ise daha da kopmaya. Kısmen tiyatroculuğa devam ettiğim de oldu, fakat daha çok hayatımdaki insan sayısını kısıtlar oldum ve var olanlarla da sınırlı bir ilişki yürüttüm.
Guguk Kuşu- 1975
Ait olamama dürtülerimi ayyuka çıkartmam ise erişkin olmaya bir adım kala başladım. Artık her şey olgunlaşmıştı ve saklamama lüzum yoktu. Dünya üzerinde var olan seçenekler arasından en az talep göreni istemek benim için fazlasıyla sıradanken, bu bile toplumdaki insanlar için sınırı aşmaktı; çünkü bu az tercih edilen seçenek henüz toplumun kabulünü görmemişti.

Yine de geri adım atmadım. Gün geçtikçe alışmak yerine, kendime alıştırdım. Onların günah dediği şeyler aslında kendi yasaklarıydı. Kulak asmadım.

Ait olamadım. Her gün acı çekiyordum bu kalıplara sığdırılmış insanlarla uyanmaktan. Ama teslim de olmadım. Henüz bir bedel ödemedim; bedel ödetmeye de pek niyetli değiller. Onlara göre gözlerimin için de tarif edemedikleri çılgınca bir şey vardı. Onlar gibi bakmıyordum. Kötülük değildi bu. Üzerine düşünebilecek kadar geniş değildi sınırları. O gün adımı koydular. Ben bir ruh hastasıydım ve kendi halime bırakılmalıydım. Bıraktılar; beni anladıkları için değil, o tepeye çıkarsam günaha gireceğim içindi. 

Ölmemek üzere...

Not: "Guguk Kuşu" nun neden hayatımın filmi olduğunu soranlara açıklamayı hiç başaramadım. Artık anlatabildiğimi düşünüyorum.