İstanbul - 15.05.2015 / 14:10
Paylaşmanın mümkün olmadığı, kendimizle
karşılaşmaktan dahi korktuğumuz bir dünyanın içinden boşluğu selamlayıp
durduk. Yatağa girdiğimizde tavanın
kenarındaki örümcek ağına sığıyordu o boşluk, bir deniz kıyısına oturunca ise
büyüklüğünü ufuk çizgisine kadar hayal edip, ötesini kestiremiyorduk. Bir
örümcek ağına takılıp kaybolmaya yüz tutmuşken, son bir umutla sesleniyorum
yatakta kıvranan bedenime.
Sevgili okuyucu,
Düşünüyorum da “an”
dediğimiz, o sırada deneyimlediğimiz hisleri bir daha asla deneyimleyemeyeceğimiz
kısacık zaman dilimlerinin önemini her birimiz bilseydik boşlukta sallanır
mıydık yine de? Bunca yıldır yok oluşumuzu hazırlayan hep o “an”
paylaşamadıklarımız oldu. Bazen öyle güzel, bazen öyle acı hissettik ki tek
başımıza bu yükü taşıyamaz olduk. Tüm bunlara rağmen dayandı insan.
Karnesini göstermek için
sevinçle eve koşan çocuk, evde onu bekleyen biri olmadığını hatırlayınca
adımlarını yavaşlattı. Akşam yatağına kavuşunca yorgan altından karanlık bir
boşluğu dikizledi. Şehrin kalabalığına karışmışken, ummadık bir anda telefonun
karşı ucundan kulağına ölüm fısıldanan genç kadın şehirde yalnız olduğunu fark
etti. Denize döndü yüzünü. Kaybını da, anılarını da boşluğa bıraktı. Ufka
varana kadar izledi onları. Başka yolu var mıydı? Elimize batan bir iğne gibi
hafif kalırdı acılar, sevinçlerimiz kalıbına sığmayacak kadar büyürdü. O “an”
paylaşabilseydik…
Kimilerine göre o anlar
paylaşılamayacak kadar kutsaldı. Kimilerine göre ise onları paylaşmak can
sıkıcıydı. Daha çok can yakardı bazen dinleyen, kursağınıza çengel gibi takardı
gülümsemelerinizi.
Bazılarımız ise hep anlatmak
istedi. Filmin son sahnesinde yüzüne yerleşen tebessümü kafasını çevirdiğinde
başkasının gözlerinde de görmedikten sonra neye yarardı? Çocukluğunda hayaliyle
uyuduğu bisiklete 30 yaşında kavuşan bir adam, kendi bisikletini sürmenin
hazzını anlattığında ona deli gözlerle bakmak nedendi? Olamaz mıydı yani?
Paylaşamadık sayın okuyucum
paylaşamadık. O anlara bakışımız bakkal dolaplarının raflarında dizilmiş soda
şişelerine bakışımızdan farksızdı. Hepsi aynıydı bizim için. Hâlbuki üzerinde
yazmasa, tadına bakmasak bazısının limonlu, bazısının karpuzlu olduğunu nereden
bilebilirdik? Baktık, görmedik, içimize bir yudum dahi süzülmesine izin
vermedik.
O raflarda öylece kala kaldı o ağzı kapalı şişeler.
Sonra birileri dokundu, birileri sonuna kadar içti. Tüketti. Bizim payımıza
düşense kapısı hiç açılmamaya mahkûm anlar veya her an içtiğimiz su gibi
tüketilen ve bir daha asla tadına varamayacağımız hisler kaldı.
O anların paylaşıldığını hangi hayatın hangi
karesinde gördüğümü bilmiyorum. Hiç bilmeseydim de diyemiyorum. Bir yudum alıp
tadına varan, tebessümlerini gizlemeyenler oldu. Belki hiç olmadı. Aklımın
oynadığı bir oyuna kurban oldum belki de. Zahiri ya da gerçek, şu anda her şeye
bir son vermek yerine o anların peşinden koşuyorsam, o tebessümlerin konduğu
yüzlere kavuşmanın hazzını bildiğimdendir.
O anlarda buluşabilsek…
Ölmemek üzere…