"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20170805

Yirmi Dokuzuncu Mektup: Lazarus



                                                                                                                İstanbul / 24.07.2017

Balkonun demirine ayaklarımı uzatıyorum, üzerinde saatlerdir oturduğum salıncakta salınmaya devam ediyorum.  Yalnız değilim, lakin yalnızım da.  Gözlerimin önünde insanlar, ama görmüyorum. Müzik hiç durmuyor, ama duymuyorum. Sadece ben,  salıncak, balkonun demiri ve gökyüzü. Alabildiğine pembe, pembenin maviye dönüşmesine şaşıp kalıyorum. Beynim belki de aylar sonra ilk kez kapanıyor, uyumuyorum, düşünmüyorum, bunu yapabilmek için en az üç dört saat kendimle savaşıyorum.  Gün doğumuna yetişiyor neyse ki. Düşünmeden, göz kırpmadan, konuşmadan, uyumadan geçen yaklaşık on saatin sonunda hafifliyorum. Bedenim yorulmuyor, güneşi selamlamaktan geri durmuyor. Yaşamam gerektiğini anlayıp kalkıyorum, kendimi kapıdan dışarı atıyorum.

Don Quichotte De La Mancha by Dali



Sevgili okuyucu,

Yirmi yediye doğru hız kesmeden ilerliyorum. Yirmi yediler kulübünün önünden geçeceğimi biliyorum. İçeriye adım atmalı mıyım, yoksa koşarak uzaklaşmalı mıyım bilmiyorum. Kapının ardında ne olduğunu merak ediyorum. Koşarsam nereye varacağımı görmek istiyorum. Kutudaki kediyim. Yüzde elli şansım var. Öyle ya da böyle her iki ihtimalin farklı evrenlerde mümkün olduğunu biliyorum; lakin ikisini de aynı anda, aynı zaman diliminde, aynı boyutta yaşamak istiyorum.

Ölmenin artık korkutucu gelmediği, aksine merak uyandıran bir bilinmezlik olduğu yaşlar serili önümde. Ölüyorum, diriliyorum. Meselenin ölmeden ölmek oluşuna akıl sır erdirmeye çalışıyorum.  Gözlerim açık, ölüyorum. Önce bilinçaltım bütün yükünü atıyor üstüme, her şey bilincime doğru ilerleyip bir anda gerçek oluveriyor. Sallandığım yerde tüm dünyayı geziyorum, kendimi arıyorum, zamanda yolculuğun tadına varıyorum. Yirmi altı koca yıla, yirmi altı tane üç yüz altmış beş günlük dilime sığıyor varlığım.  Milyarları aşmış evrende bir hiç oluyorum. 

Hiçliğim varlığım oluyor. Bu evren için var olmamın bir sebebi olduğunu anlamaya başlıyorum.  Şu an ki görevim burada, bu salıncakta sallanmak. Ben sallanıyorum, zaman akıyor, evren genişliyor, birileri hayatıma dokunuyor, birilerinin hayatında ben burada oturduğum için bir şeyler oluyor. Buraya oturmaya karar vermemle bir olaylar silsilesi doğuyor. Yüz binlerce değişken içinden seçip eylediğim her şey kendi döngüsünü yaratıyor. Döngünün içinde kayboluyorum. Bedenim küçülmeye başlıyor.  Beyaz tavşanı arıyor gözlerim. Alice’e sor diyor müzik. 

Bilinçaltıma gizlediğim hayaller bir anda gerçeğe dönüşmeye başlıyor bu kez.  Küçülen bedenim kendisine dokunmak istiyor. Elleri büyüyor bir anda, bedenim ise mavi kuş gibi çırpınıyor. Taşıyamadığı eller, bütün görüş alanını kapatan devasa ayaklar... Gözlerimi açmak istiyorum, açamıyorum. Zihnimi kontrol etmeye çalışıyorum, edemiyorum. Bırakıyorum kendimi, hapsolan bedenim sakinleşiyor. Gözlerim gevşiyor. Bir hayalin kabusa dönüşmesiyle farkına varıyorum: zihnime ve bedenime hükmüm yok artık. Gözlerimi açıyorum.  Yıllarca kendimin sandığım başına buyruk bu zihnin nasıl da teslim olduğunu düşünüyorum. Bedenim havalanıyor, mavi kuş süzülüyor. Bilinmez bir evrenin sadık bir müridi olarak alabildiğine yaşamaya başlıyorum.

Ölmemek üzere... 

No comments: