"A moment of realization is worth a thousand prayers"

20181117

Otuz İkinci Mektup: Yalnızca Kısa Bir Hikaye


                                                                                                                       
                                                                                                                                      17.11.2018/01:39 - Adana

“Zaman” diye bir isim uydurduğumuz, sonra da parçalara bölüp hayatımızı sığdırmaya çalıştığımız şeyin birdenbire her şeyi nasıl değiştirebileceğini bazen unutuyorum. Bu kez birdenbire olmadı sevgili okuyucu; yavaş yavaş ve sinsice zihnimin ayarlarıyla oynaması “bir ay” sürdü. Bazen “bir saniye”de, bazen bir kelimede oluverir her şey; bu kez kelimeler, insanlar, olaylar, kavramlar… Ayrı ayrı gelmek yerine güçlerini birleştirip, her bir savunma sistemimi sırayla yerle bir edip doluştular buraya. Bir aydır yazmayı ertelediğim, “yeni” olan her şeyin verdiği mutluluğu müzikle kutsayacak olan bir yazı, aslında bazı “yeni” şeylerin nasıl da belirsizliğe ve adı olmayan duygulara götürdüğünü anlatırken buluverdi kendini.

The Persistence of Memory by Salvador Dali

20180713

Otuz Birinci Mektup: Yaşa Yaşa, Yaşa Yaşa




11.07.2018/19:08 - İstanbul

-        Some day, we will all die, Snoopy!
-        True, but on all other days, we will not.

Her şey ölmek yerine yaşamayı düşününce oluverdi: Durup dururken her bir şeyin kabak tadı verdiği ve kimselere haber vermeden uçup gitmek istediğim sabahlar girdi hayatıma, bana çok yabancıydı. Nefesimin kesildiği noktaya kadar direndim. Gözyaşlarıyla bedenimden ayrıldım sonra. O gün gözlerimin içi yeniden parlayıverdi, yeniden hastane kapısında yaşlı bir teyzeden beş dakikada hayatın sırrını öğrendim. Herkes yeniden teşekkür edecek kadar kibar oluverdi. Bir meyhanede başka kıtadan gelen yolcularla dans edebilecek kadar sarhoştu gönlüm yeniden. Bir baktım yaşıyorum yeniden.


20180203

Otuzuncu Mektup: Ben Değil, Zaman Öldü

                                                                                                            03.02.2018/17:18 - İstanbul

Zamanın sandığım kadar acımasız olmadığını öğreniyorum bu yaşımda. Bir devri kapatıp, yenisine ‘Merhaba’ diyorum. Çekildiğim kabuğun çatırdamalarını duyabiliyorum. Kış uykusundan uyanmak mı dersin? Yoksa ölmek mi? Ya da iliklerine kadar yaşamak mı bu kabuğu çatlatmaya başlatan? Yükseklerden atladığım, karış karış gezdiğim için değil bu yaşamak. Odamda tavanla bakışırken bile gözlerimin varlığına, görebildiklerimin sınırsızlığına, nefes aldığım her saniyenin bu kadar sonsuz olduğuna hayran kalmak ve tebessüm edebilmek oluveriyor artık yaşamak.

Multidimensional Awakening by Charles Sabourin

20170805

Yirmi Dokuzuncu Mektup: Lazarus



                                                                                                                İstanbul / 24.07.2017

Balkonun demirine ayaklarımı uzatıyorum, üzerinde saatlerdir oturduğum salıncakta salınmaya devam ediyorum.  Yalnız değilim, lakin yalnızım da.  Gözlerimin önünde insanlar, ama görmüyorum. Müzik hiç durmuyor, ama duymuyorum. Sadece ben,  salıncak, balkonun demiri ve gökyüzü. Alabildiğine pembe, pembenin maviye dönüşmesine şaşıp kalıyorum. Beynim belki de aylar sonra ilk kez kapanıyor, uyumuyorum, düşünmüyorum, bunu yapabilmek için en az üç dört saat kendimle savaşıyorum.  Gün doğumuna yetişiyor neyse ki. Düşünmeden, göz kırpmadan, konuşmadan, uyumadan geçen yaklaşık on saatin sonunda hafifliyorum. Bedenim yorulmuyor, güneşi selamlamaktan geri durmuyor. Yaşamam gerektiğini anlayıp kalkıyorum, kendimi kapıdan dışarı atıyorum.

Don Quichotte De La Mancha by Dali

20170623

Yirmi Sekizinci Mektup: Filler ve Benler




                                                                                                                      21.06.2017 /14:30 - Çeşme


Hafızama güvenmediğimi daha önce söylemiştim. Günlük yazmak çok önemliydi bu yüzden, fakat yine de yazmadım. Hayatımın her bir anı kayıp giderken hiçbirini kayda almadım; çünkü artık kayıt altına almak mantıklı gelmiyor. Yaşadığım her bir şey sinir ağımda yarattığı değişiklik sayesinde sonsuza kadar var oluyor, yeni yeni anlıyorum. Bugün yaşadığım her saniye, yarın yepyeni bir birey olarak yaşamama sebep oluyor. Kâğıda yazamadığım, hafızamın derinlere atıp bulamadığı ve çürüttüğü her anı ilmek ilmek ruhuma işlenmiş oluyor böylece.

"Los Elefantes" - Salvador Dali, 1948


20170313

Yirmi Yedinci Mektup: Stardust


David Bowie'nin 1973 tarihli bir röportajından alıntıdır:

Question: Do you believe in God?

David Bowie's answer: I believe in an energy form, I wouldn't put a––I wouldn't like to––put a name to it.

Question: Do you indulge in any form of worship?

David Bowie's answer: Life. I love life very much indeed.


Üç beton, bir cam duvar. Cam duvarda rüzgârı karşılayan küçük bir aralık. Rüzgâr vahşi. Rüzgârın sesi var. Yüzleri cam duvara dönük rüzgârın sesini dinleyen bir kadın, bir adam. Önlerinde birer bardak ve cam şişeye hapsolmuş berrak sular; adam denizi izliyor, kadın bu satırları yazarken arada bir kafasını kaldırıp denize bakıyor. Rüzgârın sesi akıntıya eşlik ediyor. Adam kırkını aşmış, kadın otuzuna varmamış. İkisi de akıntıdan nasibini almak istiyor. Aynı dünyada, farklı koordinatlarda yaşarken aynı akıntıyı düşlüyorlar. Yıllardır biriktirdikleri her şeyden kurtulmak istiyorlar, ilk adımı biriktirmeyi bırakarak atıyorlar, sıra daha önce biriktirdiklerinden kurtulmaya geliyor.

Bowie's explanation for Alter Ego Ziggy Stardust 

20161113

Yirmi Altıncı Mektup: Kapı Açık



                                                                                                        13.11.2016-19:20/İstanbul


Yirmi altıncı mektubumu, yirmi altıncı yaşıma yeni veda etmişken yazıyorum. İlk intihar mektubumdan bu yana bir yıl, yedi ay, yirmi gün geçti. Ve ben yirmi altıncı kez akıl sağlığımı korumak için  masanın başında, kendimle baş başa oturuyorum. Harfler tek arkadaşım oluyor. Kelimelerden medet umuyorum. Yazamadığım intihar mektuplarını bir bir aklımdan geçiriyorum.  Her defasında yazsaydım yüzlerce mektup olur muydu? Yirmi altı yılın yaklaşık yüzde altılık bir kısmında aynı düşünceye kapılıp bu kadar mektup yazdıysam, yirmi altı yılda kaç kez bu düşüncenin pençesinden kurtulmuşum? Kurtulmuş muyum? Kurtulduğumu sanırken en büyük kötülüğü mü yapmışım kendime?

Weeping Woman, Picasso, 1937